12 Mart 2012 Pazartesi

BEN BİR KARAYILAN’IM TAKSİM PARKI’NDA

Nazım Hikmet, anti-komünist bir Osmanlı paşasıyla, gurbette söz çatışmasına girer. Yıl 1932. Paşa ona der ki: Önce seni asar, sonra da oturur, darağacının altında ağlardım. O da yanıt verir: Ben seni asar ama ağlamazdım. Rahmetli Aziz Nesin de bu ibareyi sıkça yinelerdi. Eh, sonunda o da mezarsızlığa vardı. Yeğdir.

Kitle adamı fıştıklar, kahraman yapar. Sonra mezarını yatır yapar. Sen öldüğünle kalırsın. Abdi İpekçi öldürüldü, Uğur Mumcu öldürüldü. Bol anıtlı hamasi nutuklardan öte ne oldu? Katiller bilinirken yakalandı mı? Cüneyt Arcayürek ölmedi, ‘u’ (Demirel’e danışmanlık) ve ‘o’ dönüşü yapıp hala Cumhuriyet’te yazıyor ve Demirel’i eleştiriyor. Ne oldu, kim hesap sordu? Tuncay Özkan, yeni kahraman gazeteci adaylığına soyunmuşken ne oldu? Tantan’a karşı, tekelci medyatör patronunun ayakçılığını yaptı.

CIA, TC’de sol muhalefet yetersizliğini görüp, acilen sol muhalefet imalatına geçmiş. Paraların bir bölümü (kendine öyle diyen) marksist partilerin kasasına da girmiş, öyle rivayet olunur. Öte yandan da, ABD olarak resmen TC’de şeriatı destekliyorlar.

1982’de % 92,5 ‘evet’ oyu, MHP’li Kürtler, Hizbullahçı ve FP’li Aleviler, (bir üyesinin dile getirdği gibi) asker onaylı ÖDP, torbacı ve tetikçi marksistler, ABD vatandaşı şeriatçılar… Ne ülke be…

Peki, benim bu yelpazede / spektrumda yerim ne?

Karayılan’ın öyküsünü ilk okuduğumda, 20 yaşında olsam gerek. Gerçeküstü görünüp, tam yaşamın içinden gelen nice gerçek öykü gibi, ona da inanmamıştım. Tabii, sonraki 20 yılda yaşamın kerrakesini epeyi aldık. İşkence, delilik, iç savaş, dış savaş, açlık, ayrılık, hastalık, ölüm gördük…

Geldik 40’larımıza… 20 yıl askerden kaçtıktan sonra, bedelliyi kör topal ifa edip tam da sivilleşmişken, aldı mı beni bir savaş arzusu… Güzel güzel sürgün anılarımı yazacakken, dönüp düşmana saldırıyorum. Korkarak, çok korkarak… Şerefsizliklerini, hainliklerini, güçlerini, geçmişlerini ve yapayalnızlığımın aczini  bilerek… Don Kişot gibi yeldeğirmenlerine saldırmaktan gayrı elimden hiç bir şey gelmiyor… Bu savaş kazanılacak ama sonuç pirus zaferi bile olmayacak. En az 25 yıl gerek, o da yeni cumhuriyete ve demokrasiye sıfır noktasından başlayabilmek için…

Islanmışın yağmurdan pervası olmazmış. Her an intihar edebilir olma noktasına gelmiş de geçmiş biri için, asılmak ne yazar, katl ne yazar, hapis ne yazar, sürgün ne yazar?

Neden 40 yıldan sonra? ‘39 harami’ fıkrasını bilenler, bilmeyenlere anlatsın. Ecevit ve Demirel 40 yıl sonra bitti gitti ve ben yeni geliyorum…

İnönü, Gürkan, Sosyal Demokrat Parti… Belki onlar da bir yerlerden beslenecekler. Ölümle yaşam arasında seçim kalmadı. Kafka için de kalmamıştı. Nazım’ın ‘Kuvayi Milliye Destanı’ndaki Ayıntablı Karayılan da seçmedi.

Ben bir karayılanım Taksim Parkı’nda, ne sen sevgilim bunun farkındasın, ne de polis devleti farkında…

(14 Mayıs 2001)

Dipnot: Kendime 41. yaşgünü hediyemdir. Ne yazık ki  ‘kırk bir kere maşallah’ diyemiyorum. Olsa olsa, ‘rahmetliyi nasıl bilirdiniz?’ diyebilirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder